22 Eylül 2013 Pazar

Frig Yolu Yürüyüşü 2.Gün


16 Eylül 2013 Pazartesi..  Sabah 07.30'da dinlenmiş olarak uyanıyoruz ama sadece 10 km yürümemize rağmen hepimizde bacak ve omuz ağrıları var. Çantalar omuzlarımızı ve bellerimizi, botlar da bileklerimizi hafiften kesmiş durumda.. 

Hemen çayımızı demliyoruz; kahvaltı için lavaş ekmeği, peynir, zeytin, reçel ve salçamız var. Çabucak atıştırıp kas gevşetici ve vitamin takviyesi de yaptıktan sonra saat 09.30 gibi yola koyuluyoruz.

Seyidiköy-Sabuncupınar arası 7 km; kamp alanımız 2 km köyün dışında olduğundan hemen hemen 5 km sonra S.Pınar'a ulaşıyoruz. Yol boyu Frig Vadisi'nin birbirinden güzel manzaralarıyla karşılaşıp bol bol fotoğraf çekiyoruz. Köye yaklaşırken büyük ağıllar, inek sürüleri ve köpekler karşılıyor bizi.

Sabuncupınar diğerlerine göre birazcık daha gelişmiş; bir kahvesi, bir ekmek fırını ve bir bakkalı var. Bakkalda sebze-meyve dahil pek çok şey mevcut. Ekmek fırınında başka bir sürprizle karşılaşıyoruz. Sıcacık haşhaşlı ekmek ve bildiğimiz bol susamlı simit!! Az ilerde yol inşaatı şantiyesi için yemek yapan bir dükkan görüyoruz, "buyrun yemek yiyin, çay için" diyorlar tereddütsüz içeri dalıyoruz. Burası tam bir vaha bizim için :)

Simitlerimizle çaylarımızı içtikten sonra bakkaldan tahin helvası, 2 baş soğan ve makarna alıp, sularımızı tekrar doldurup Fındık yol ayrımına doğru kırmızı beyaz çizgileri izlemeye devam ediyoruz. Fındık-Sabuncupınar yolu 3 km. (Fındık yol ayrımı köyün girişinde; ihtiyaçlar için köye girdikten sonra  şimdi tekrar geriye doğru yürüyoruz) 

İşte tam burada, ekibimize sonradan adını Şerif koyduğumuz küçük köpek de katılıyor. Kimi zaman önümüzden kimi zaman arkamızdan bizi takip eden ama asla çok yakınımıza gelmeyen Şerif, yemek molamızda verdiğimiz birkaç parça ekmekten sonra Doğuluşah Köyü girişinde bizi terk ediyor. 

Fındık, bembeyaz girintili çıkıntılı dev kayalar ve mağaralardan oluşan büyük bir vadinin içinde küçücük bir yerleşim yeri. Ne bakkal, ne kahve, ne de ortalıkta dolaşan fazla bir insan var. İzler bizi dere boyuna doğru götürüyor. Derenin kenarında çimlerin üzerinde oturan teyzeyle amcayı farkediyoruz; yanlarında iki küçük piliç baharın son demlerinin keyfini çıkarıyorlar. Amcaya "Doğuluşah ne yana" diye soruyoruz, "dere boyunu böyle takip edin izler bir süre sonra sağa, karşıya geçecek" diyor. 

Biraz fotoğraf çekip, yoldaki elma ağaçlarından birkaç elma kopardıktan sonra dere boyunca yürümeye devam ediyoruz. Az ilerde derenin biraz göllendiği bol kavak ağaçlı bir yere ulaşıyoruz. Simitleri çoktan eritmiş, hatta hafiften acıkmış durumdayız. Burada bir çay demleyip haşhaşlı ekmeklerden birini götürelim diyoruz. Hem Şerif de nasiplensin.

Molamızı bitirmek üzereyken bir jandarma aracı yakınımızda duruyor. İçinden iki gencecik jandarma iniyor; Mert astsubay Bodrumlu; okulu yeni bitirmiş, Sabuncupınar'a yeni atanmış ve bölgeyi tanımak üzere dolaşıyormuş. Kısa bir sohbet sonrası kimlik numaralarımızı ve her ihtimale karşı telefonlarımızı verip kendisinin de telefonunu aldıktan sonra Doğuluşah'a doğru yolumuza devam ediyoruz.

Doğuluşah, Fındık'a 5 km uzaklıkta bir köy. Yine kahve, yine bakkal yok. Bu bölgenin tamamında gezici bakkal dolaşıyormuş. Haftanın iki günü gelen araç köylülere ekmek, yumurta, şeker, pirinç,... ne lazımsa getiriyormuş. 

Köyün girişinde oturmuş amcalar görüyoruz; domates biber falan soruyoruz hep bir ağızdan "yok" diyorlar. Derken arkamızda adının Bilal olduğunu öğrendiğimiz bir abi beliriyor ve "ben de size ekmek birşey lazımsa verelim" demeye geliyordum diyor. Tanışıyoruz ve kısa bir "nereden gelip nereye gidiyoruz" faslından sonra sağolsun Bilal Abi bize kocaman bir somun ev ekmeği ve yanında bir torba bahçeden taze koparılmış domates, salatalık ve biber getiriyor. Birlikte fotoğraf çektirip, döne döne teşekkür ettikten sonra 5 km ilerideki Sökmen'e doğru yola koyuluyoruz. Yol mezarlığın köşesinden sağa dönüp bizi baraj gölüne çıkarıyor ama tam burada izler tekrar kayboluyor. Solda bir küçük su kanalı görüyoruz, artık hafif hafif akşam da olmak üzere ve hepimiz yorulmuş durumdayız. Su kanalını takip etmeye karar veriyoruz; yaklaşık 3-4 km sonra asfalt ile karşılaşıp izleri tekrar buluyoruz. Sağda Sökmen Köyü solda ise İnli'ye giden karayolu var. Sökmen'e doğru yokuşa sarıyoruz ve 1 km sonra evler görünüyor.

Yürüyüşümüzün bu ikinci gününde, kampımızı Sökmen Köyü girişindeki mezarlığın yanında yeralan boş arazide kuruyoruz. Daha önceki Likya ve St.Paul yürüyüşlerimizden hepimizin hafızasında yeterince mezarlık anısı var:) Mezarlıklar bizim en renkli hikayelerimizin mekanları:)))

Uzun ve yorucu bir gün geçirip toplam 18 km yürümüş durumdayız. Hava neredeyse kararmak üzere ve hiç birimizin yemek yapacak hali yok. Çantalarımızdaki barbunya ve ton balık konservelerini açıp, Bilal Abi'nin zerzevatlarıyla da bolca bir salata yapıp köy ekmeğimizle güzelce karnımızı doyuruyoruz. Üstüne de tahin helvası var tabii:) 
























  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder