22 Eylül 2013 Pazar
Frig Yolu Yürüyüşü 4.Gün
18 Eylül 2013 Çarşamba.. Sabah her gün olduğu gibi erkenken uyanıyoruz; saat 07.30.. Bugünkü hedefimiz Yumaklı'dan Lütfiye'ye ve oradan da Sandıközü üzerinden Zahran Vadisi'ne ulaşmak.
Kahvaltının ardından asfaltta devam eden izleri takip ederek Yumaklı'ya varıyoruz. Yumaklı'da etrafta kimse görünmüyor. Ya kimse yok ya da herkes evinde, dışarıda kimse dolaşmıyor. Köyün girişindeki çeşmeden sularımızı doldurup, köyün içinden devam eden izleri takip ederek orman yoluna doğru yokuş yukarı ilerliyoruz.
Yumaklı-Lütfiye 6 km; yukarıda yol ikiye ayrılıyor ve izler kısa süreliğine yine kayboluyor. Soldan, dere boyundan ilerliyoruz. Lütfiye yolu diğerleriyle karşılaştırıldığında biraz çıkış sayılabilir; yer yer dik sayılabilecek tırmanışlar var.
Köyün girişinde bizi Mustafa Abi karşılıyor. Aslen Bulgaristan göçmeni olup Kütahya'da oturan ama burada bir yayla evi olan Mustafa Abi bizi çaya davet ediyor. Evde Emine Abla'yla karşılaşıyoruz; her ikisi de dünya iyisi.. Bize tarhana, ev ekmeği, salatalık, domates veriyorlar, çay demliyorlar. Hemen hemen 1 saat kadar oradan buradan, çocuklardan, memleketten, çevreden sohbet ediyoruz; son derece aydın insanlar. Hatıra fotoğrafı çektirip tekrar yola koyulmak üzere kalktığımızda bizi kapıya kadar geçirip hayır dualarıyla uğurluyorlar.
Lütfiye-Sandıközü yolu 3 km; hemen hemen tamamı stablize ve işaretler yol boyu devam ediyor; şarkılar türküler eşliğinde 3 km'yi çabucak alıyoruz. Buradan Zahran Vadisi 9 km. İşaretler Sandıközü Köyü'nün içinden geçip vadiye doğru ilerliyor.
Köyün girişinde soldaki evin camında bir karı-koca görüyoruz; camdan bize bakıyor ve seslenmek üzere yakınlaşmamızı bekliyor gibiler. Yakına geldiğimizde önce "kimsiniz nereden gelip nereye gidiyorsunuz" sohbeti yapıyoruz. Bakkal var mı diye soruyoruz "buralarda bakkal olmaz gezici arabalar geliyor ama bir ihtiyaç varsa verelim" diyorlar. Son derece güler yüzlü ve sıcak kanlı insanlar. Biraz bulgur veya makarna istiyoruz. Abla hemen koşup 2 paket makarna ve 1 torba da bulgur getiriyor. "İkisinden birini alalım" diyoruz ama kesinlikle izin vermiyorlar; zorla makarnanın birini bırakıyoruz ve bulgurla diğerini mecburen çantamıza atıyoruz. Tekrar yola koyulduğumuzda yine ormanın içine dalıyoruz, derelerden geçiyoruz ve hafif tırmanışlarla akşam üzerini biraz geçe Zahran Vadisi'ne ulaşıyoruz. Sağlı sollu büyük mağaraların olduğu dev kayalıklardan oluşan bu vadi gerçekten büyüleyici.
Vadide ilerlerken havanın kararmaya ve soğumaya başladığını farkediyoruz. Hala bir çeşmeye rastlamadık; içmek için yeterli suyumuz var ama yemek yapmaya yetmez. Bu durumda kalan konserveler (barbunya ve ton balığı) yanında Emine Abla'nın ev ekmeğinden başka şansımız yok. Dere benzeri bir suyun kenarında durup, kavak ağaçlarının altında kamp atmaya karar veriyoruz. Ancak her yer sinek, üstelik son derece rahatsız edici şekilde ısırıyorlar.
Genelde yağmur yağacağı zaman kara sineklerin ısırdığı söylenir; "gökyüzü pırıl pırıl ve yağmur falan yokken bu sinekler neden ısırıyorlar" diyoruz. Ancak çadırlarımıza girdikten yarım sonra bastıran yağmur sorumuzun cevabını vermiş oluyor ve bir defa daha büyüklerimizin boş konuşmadığını ispatıyla anlamış oluyoruz:)
Neyse buradan tek kurtuluş ateş tabii! "Ateş yakarsak sinekler yaklaşmaz" deyip elbirliğiyle etraftan çalı çırpı ve kuru yaprak toplayıp yakıyoruz. Gerçekten işe yarıyor ve yemeğimizi yiyip uykumuz gelene kadar çekirdek çitlerken sinekten yana hiç bir sorun yaşamıyoruz. Gökyüzünde tabak gibi dolunay, ateşimiz çıtır çıtır kıvılcımlarla yanarken son derece mutluyuz. Şarkılar söylüyoruz, videolar çekiyoruz, bir günü daha geride bırakmış durumdayız ve artık ne ağrı ne sızı ne de çantaların eksilmeyip her gün artan ağırlığından şikayet var. Her şey hoş, her şey son derece keyifli:)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder